25 Ocak 2015 Pazar

Üftade sokak No:31: MekanArtı Kapanıyor!

Üftade sokak No:31
Harbiyenin ara sokaklarından biri, diğer sokaklardan henüz bir farkı yok. Ta ki 2010 yılı bir kaç kafası kırık o sokağı şenlendirmeye girişene kadar. 2009'da tiyatro eğitimime başladığım Kadir Has Üniversitesi Tiyatro Bölümü'nden sınıf arkadaşlarımla büyük bir heyecanla provasını yaptığımız oyunumuz 'Aynada Kendiyle Karşılaşan Milyonlarca Ayna'yı sahneleyecek yer ararken kesişmişti yollarımız. Bizim gibi eğitiminin başında amatörlere tüm imkanlarını sunarak, kapılarını açacaklarından emin olmadan atmıştık adımımızı Mekan'a. Kendi adıma tedirgindim, nereden bilebilirdim ki içimizdeki heyecandan daha büyük bir heyecanla bizi kucaklayacaklarını. Mekana girdiğim anda tüm tedirginliğimi alan kahkahaları hatırlıyorum. Neşesini emeğine katmayı başaran ve bir oto yıkamayı tiyatro salonuna dönüştüren kafası kırıklardı onlar Didem, Ufuk, Berrin, Murat ve dönüşümde emeği geçen adını sayamadığım diğer arkadaşlar. Hikayelerini anlattıklarında inanamamıştım cesaretlerine. Oysa şaşılacak bir şey yoktu, yaptıkları delilikti ve sonradan anladım ki benim o zamanlar en çok delilerle karşılaşmaya ihtiyacım vardı. Geçen yıllar içerisinde konuk ekip olmanın dışında bir çok projede MekanArtı oyuncusu olarak çalışma başladım ve  gururla devam ettim.

Şu an büyük bir üzüntü içerisindeyim çünkü her metre karesinde anılarımın, kahkahalarımın, dokunuşlarımın olduğu MekanArtı iki ay içerisinde kapanıyor... Yani kapanmak zorunda bırakıldı. Sebep ise, binayı satın alan yeni ev sahibinin, üzerinde böylesi büyük bir emek olan sahneyi bir çamaşırhaneye çevirmek istemesi. Ne söylenir bilmiyorum, kimseyi yargılamak haddime değil ama neden diye sormadan edemiyorum. MekanArtı şimdi yeni bir sahne arayışında ve Üftade Sokak No:31 deki son iki ayında bugüne kadar sahnelenmiş eski oyunlarını sahnelemeye devam edecek.
Hatırlatmak isterim ki, oyunları izleyerek yeni mekanın giderleri için destekçi olabilirsiniz.
Sahnelenecek olan oyunlar;

üçKİŞİ – Tek Seyircilik Oyun

Bizde Yok
Sesler
Şiddet Üçlemesi 1-Ayna
Şiddet Üçlemesi 2-Şeker
Şiddet Üçlemesi 3-Kalem
80’lerde Lubunya Olmak
90’larda Lubunya Olmak
Şahmeran’ın Bacakları
Kök
Şiddet Üçlemesi 2-Şeker

Mekan Artı tarafından kendi siterinde yayınlanan bildirinin tamamı ise söyle;


Mekan Artı Kapanıyor!
2010-2015 yılları arasında Mekan Artı projesine, fikrine, inancına, mücadelesine destek veren, katkı sağlayan herkese teşekkür ederiz.
İstanbul gibi büyük ve çok-kültürlü bir metropolde alan bulma sancısı çeken bir grup heyecanlı, istekli ve inançlı kişiler olarak, 2010 yılının Haziran ayında eski bir oto-yıkamayı, aynı sıkıntıları yaşayan, aynı sorunlarla boğuşan sanatçıların ortakça kullanabileceği bir sahne sanatları merkezine dönüştürme çabası içerisine girdik.
Türkiye’deki sanat ve kültür politikalarının nasıl işlediğini, sanatçının yaşamasına yönelik değil, her an cezalandırılmasına yönelik bir sistemin hakim olduğunu, bizden önce mücadele eden ve bayrağı teslim aldığımız değerli sanatçılardan biliyorduk. Fakat bu durması imkansız bir koşuydu artık. Bayrağı devralan engellere aldırmadan koşacaktı.
Zaman ilerledi; Mekan Artı küçük bir ekipten kocaman bir aileye dönüştü. Ardımıza baktığımızda bu kalabalık aile en çok bizi şaşırttı. Sayısı yüzü geçen bireysel destekçilerimizle, oyunlarımızda bizi yalnız bırakmayan izleyicilerimizle; yolu Mekan Artı’dan geçen tüm tiyatrocu dostlarımızla, desteklerini hep yanımızda hissettiğimiz diğer sahnelerle ve bize gönül veren tüm ekip arkadaşlarımızla bugünlere geldik.
Bugüne kadar Mekan Artı’da beş sezon boyunca neredeyse her gün kapılarımızı açık tuttuk. Kendi bünyemizde gerçekleştirdiğimiz onlarca projenin yanında, yüzün üstünde farklı etkinliğe yer verdik. Sosyal sorumluluk bilinciyle, sanatın dönüştürücülüğü ve ulaşılabilirliği ilkesiyle projeler ürettik. Bugüne kadar yaratıcı ve yeni her türlü projeye destek vererek, projelerimizde gösteri sanatlarının gelişimine, deneyselliğine, diline ve bugün üzerine söylediklerine önem vererek, yeni fikirleri destekledik.
Tüm bu mücadele ve dayanışmaya rağmen; 6 Kasım 2010’da açarak beş sezon faaliyet gösterdiğimiz Elmadağ’daki Mekan Artı Sahnesi kapanıyor! Artık alışageldiğimiz sahnelerin kapanma haberlerine bir yenisi daha ekleniyor. Ne yazık ki içinde bulunduğumuz sistem sahnelerin ömrünü uzatmak, onlara destek olmak ve varlıklarını sürdürmelerine olanak vermek üzerine kurulu değil.
Büyük emeklerle oto-yıkamadan bir çağdaş sahne sanatları mekanına dönüştürdüğümüz Mekan Artı sahnesi, ev sahibesinin mekanı satması ve yeni sahiplerinin mekanı bir sahneden çamaşırhaneye çevirmek istemesi nedeniyle kapanıyor.
Üftade Sokak’taki bir dönüşüm hikayesi de böylece tamamlanıyor.
Peki Şimdi Ne Olacak?
Mekan Artı olarak dileğimiz yolumuza kaldığımız yerden devam etmek. Bu nedenle önerilerinize, desteklerinize, fikirlerinize açığız! Dönüştürebileceğimiz yeni bir yer arayışındayız. Ancak yüksek kiralar, kentsel dönüşümün yarattığı olumsuz etkiler yeni bir yer bulmamızı zorlaştırıyor. Bu nedenle sanatseverlerin fikirlerini, önerilerini, desteklerini bekliyoruz. Yeni yer arayışımızda her türlü yardıma ve öneriye açığız!
Nasıl Kapatacağız?
Mekan Artı olarak son ayımızda, geniş bir seçkiyle, hem var olan hem de geçmişte sahnelediğimiz oyunlardan bir program hazırlıyoruz. Artık sahnelenmeyen ama sevilen oyunlarımızı son ayımızda tekrar seyirciyle buluşturacağız. üçKİŞİ – Tek Seyircilik Oyun, Bizde Yok, Sesler, Şiddet Üçlemesi 1-Ayna, Şiddet Üçlemesi 2-Şeker, Şiddet Üçlemesi 3-Kalem, 80’lerde Lubunya Olmak, 90’larda Lubunya Olmak, Şahmeran’ın Bacakları Şubat ve Mart ayı içinde sahnelenecek. Mekan Artı kapanışını 14 Mart 2015 tarihinde, Mekan Artı’nın ilk oyunu olan “Kök” ile yapacak.  
Oyunlarımızı izleyerek yeni mekanımızın giderleri için destek olacağınızı unutmayın!
Bizler beş yıl önceki heyecanımızı muhafaza ederek, yeni bir yer bulup yolumuza devam edeceğiz. Sanatın, popüler olandan beslendiği, tek bir sese dönüştüğü bu dönemde; güçlü olanı güçlendirmek ve güçsüz bir muhalife dönüştürerek hükmedenin varlığını kuvvetlendirmek için değil, aykırı olan sanatı, hükmeden yanında güçlü ve sert bir zıt olarak var etmek için kendi varlığımızı koruyacağız!
Yolumuza devam edeceğiz!
The Stage of Mekan Artı Closing!

We owe our thanks to those whom support and contribute to confidence, thought and project of Mekan Artı throughout the years between 2010 and 2015
In June, 2010 as a group of enthusiastic people, who had always suffered arranging and finding space for perfoming arts in a multi-cultural, metropolitan city like İstanbul, decided to convert a car-wash to a stage and performing arts center for the use of those who has suffered the same.
Although, in Turkey, it is quite challenging for the artists to perform their art, Mekan Artı has never given up the enthusiasm. We have inherited our strength and opportunity from the artists always supporting us. As the time passed,  Mekan Artı has become a big family from a small group of people.
Up to now, Mekan Artı has almost everyday kept its doors open for the art lovers. Apart from the events performed by Mekan Artı, we have hosted more than a hundred events hold by other groups. We have tried to sign projects which would have an impact to convert society by the means of social responsibility. Mekan Artı has always supported the improvement, experimentality, language of stage and performing arts. 
However, since the landlady has sold the place and new owner will run it as laundry, the Stage of Mekan Artı, located in Elmadağ, İstanbul has to close its gates long after starting its journey on the 6th of November, 2010 in spite of all the efforts and support gathered. Though it has been a common news, nowadays, that many stages have to close their doors, we are in good heart to continue our journey.
Mekan Artı will perform former and most applaused plays within five seasons until the closure. On the 14th of March, 2015 the first play of Mekan Artı, “The Roots” will be staged in Turkish.
Hence we are in search of a new place to continue our inspiration. We would appreciate your kind contribution to our search."



8 Aralık 2014 Pazartesi

Kadın bir yandan şarkıya eşlik etmektedir, bir yandan sardunyaları sulamaktadır...











(Erkan Oğur – Pencereden Kar Geliyor şarkısı çalmaktadır. Kadın bir yandan şarkıya eşlik etmektedir, bir yandan sardunyaları sulamaktadır.)

Anne: Kekliğimi doyurdular kanadımı ayırdılar ben öleyim…. (Sessizlik) Haziran başı hava sıcak ama yağmurlu. Üstümde ince beyaz bir gecelik, gecelik dediğime bakma o zamanlar yatmak için giydiğim pazar malı apar topar indim merdivenlerden ev hali işte tabii sabah vakti. Apartmanın altındaki yemci İhsan'a bağırıyorum bir yandan “İhsan efendi koş İhsan efendi vallahi de billahi de geliyor” adamcağız sağ olsun hemen açtı arabasını beyaz bir Kartalı vardı arkası geniş bindirdi arka koltuğa ben bağırıyorum tabii Ahmet neredesin Ahmet diye. Neyse hastaneye vardık İstinye Devlet Hastanesi baktım kapıda Ahmet ve işten birkaç arkadaşı nasıl olmuşta gelmiş bir anda hiç bilmiyorum. Girdik doğumhaneye Ahmet yanımda olsun istiyorum bir yandan da hiçbir sese tahammülüm yok. Dört saat boyunca canımdan can gitti o an ölmeyi bile düşündüm ama doğum bitip de yavrumu görünce o çektiğim acıdan hiçbir şey kalmadı. Onu kucağıma vermeden masanın ucundaki tezgaha koydular baktım üşüyor örtün üstünü diye bağırdığımı hatırlıyorum. Kanamam hala devam ederken, daha rahmime dikiş atılmamış ben yavrumun derdine düşmüşüm. Şimdi bana oğlunun arkasından kafayı sıyırdı diyorlar. Hangi ana sıyırmaz he söyleyin güzel sardunyalarım benim, hangi ana sıyırmaz?  

(Kurmacadır)

fotograf: http://chavashapiro.files.wordpress.com/2013/09/philadelphia_newborn_roman_005.jpg

Şakir Güler

7 Kasım 2014 Cuma

Boş Salonda Festival: Uluslararası Suç ve Ceza Filmleri Festivali


2014 kışının başlarında yeni alışkanlıklarımdan biri de sabah 7'de uyanmak. Kendimi kaptırdığım sağlıklı yaşam, sağlıklı beslenme, yeni iş ve bunun gibi bir çok şey bu erken yatıp erken kalkmalarımı tetikleyen nedenler. Kış sevmeyen bir adam olarak dün sabah çok güzel bir sabaha uyandım. Güneş kendini hissettirecek kadar kuvvetli ve güç vericiydi.Yaşadığı semti fazlasıyla seven ve bunun için şanslı olduğunu düşünen insanlardanım. Beni şanslı kılan semt ise İstinye. Boğazın bana göre en güzel yeri olan İstinye sahilini boydan boya yürüdükten sonra Beykoz-Yeniköy motoruyla Beykoz'a geçtim ve Canan Evcimen'in hızlı yönetimiyle daha öğle olmadan sahnelerim bitmişti. Bu erken paydosla birlikte kendimi hemen Taksim'e attım. Çünkü bugün Uluslararası Suç ve Ceza Filmleri Festivali'nin ilk günüydü.

Atlas sinemasının önüne geldiğimde saat yaklaşık 13:00'dı ve ortalıkta kimsecikler yoktu. Son birkaç yıldır İstanbul Film Festivali, İstanbul Bağımsız Filmler Festivali ve en son Film Ekimi'ne olan aşırı ilgiden sonra bu boşluk bana biraz garip geldi. Gişede kuyruğa girmeden bilet kapma yarışı olmadan rahatlıkla biletimi aldım ve salona doğru çıktım. Filmin başlamasına 5 dakika vardı ve salonda sadece 20 kişiydik. Tam ön sıramda oturan festival jürisinden bir kaç kişiyi ve film ekibini saymazsak tabii ki. Lale kartsız olduğum için her festivalde Lale kartlı olanları dilimden! düşürmeyen bir insan olarak gözlerim onları aramadı dersem yalan olur. Ne de olsa üstte adlarını saydığım popüler! festivallere bilet bırakmayacak kadar film ve festival aşığı insanlar kendileri. Kendi kendime küçük sitemimi ettikten sonra filmlere dönmek istiyorum.


                      https://www.youtube.com/watch?v=L2LxS75INlk

Festivalin benim için ilk filmi Filipin yapımı Geçiş (Transit). Farklı kurgu tekniği, konusu ve iyi oyunculuklarıyla seyirciyi bir an bırakmayan film tamda festivalin ana konsepti göç üzerine mükemmel bir seyir keyfi sunuyor. Film İsrail hükümetinin göçmenleri bir tehdit olarak görüp göçmen işçilerin çocuklarını sınır dışı etmeye başlamasıyla meydana gelen olayları anlatıyor. Tehdit altında yabancı bir ülkeden aile olmak üzerine yer yer masalsı bir anlatımla süslenen filmi rahatlıkla bu yıl izlediğim en iyi filmler listesine sokabilirim.

                      https://www.youtube.com/watch?v=CFfn3nK3dBI

Sıradaki film bir Fransız yapımı olan Ölü Taklidi (Je Fais Le Mort) . Festival konseptine baktığımda festivalde neden yer aldığını anlayamadığım film hayli keyifli ve zekice yazılmış bir komedi. Film 40'lı yaşlarında işsiz bir aktörün işçi bulma kurumu tarafından bir cinayet soruşturmasına atanmasını anlatıyor. Görev olayı gerçek katille birlikte canlandırmak. Mesleki hayatında kuralcılığı ve aşırı detaycılığıyla yönetmenleri kendinden bezdiren ana karakterimiz Jean Renault (François Damiens) detaycılığı sayesinde cinayetin aydınlanmasına yardımcı oluyor. Arkasında durup kesin izlemeniz gerek diyemeyecek olsam da gülmek eğlenmek için tercih edebileceğiniz bir film Ölü Taklidi.

Festival 13 Kasım Perşembe gününe kadar devam ediyor. Atlas ve Rexx sinemalarında gösteriliyor. Festival takvimini eke iliştiriyor ve iyi seyirler diliyorum. 
http://www.icapff.com/gosterim.php

SALONLARI BOŞ BIRAKMAYALIM...

12 Ekim 2014 Pazar

İşte bende gidiyorum...

Öylece duruyorum, kendimle selamlaşmaktan korkarak ürkek alıyorum nefesimi… düzenli bir düzensizlik içerisindeyim… ben olmaktan biraz yorulmuşum anlaşılan başka ruhlara sığınma merakındayım, sürekli bir haykırış, sürekli bir arayış, sürekli hatalar, hatalar, hatalar… büyüyorum, günler de büyüyor benimle, onca işin içinde işsiz güçsüz bir dalgın; ben… 
karıncalarla konuşuyorum sürekli… hatta bir tanesi dün gece, kadehimin yanında bir koşturmaca halinde bir nebze olsun hayat istiyor benden… şarap teklif ediyorum… sadece gülümsüyor… uzun uzun bakışıyoruz, ardından bir çığlık omzumun hemen üstünden geliyor, tutulmuş boynumu acıyla sağıma çeviriyorum siyah üzerine kırmızı puantiyeli dişi bir kelebek… haykırıyor ama öyle böyle bir haykırış değil, adeta kükrüyor… söylediklerini anlamaya çalışıyorum ama karmakarışık hepsi, aradan birkaç kelime seçebiliyorum; -hayır… evet evet sürekli bunu haykırıyor –HAYIR… şarabın etkisiyle olacak öfkeleniyorum bir anda parmağımın ucuyla hopp onu fırlatıyorum… tökezliyor ama çığlık atmaya devam ediyor, çığlıklarının gücü gitgide azalıyor ve GÜM-yerde… “aman allahım ben ne yaptım“ diyorum kendi kendime, cevap yok benden… “ulan ne yaptın” diyorum yine ses yok… sadece ağlıyorum…. sonra karşıda annemin her gün sulağı menekşeyi fark ediyorum pembeye kaçan bir mor ve koyu karanlık yapraklarıyla gülüyor… “bu saate kadar nasıl uyumadın “ diye sormak geliyor içimden ama o kadar güzel gülüyor ki, yoo gülmek değil gülümsemek bu, öylece izliyorum onu… yavaş yavaş dudaklarım yayılıyor, yüzüm genişliyor, bir sıcaklık hissediyorum… gülümseyebildiğim günler geliyor aklıma; benimde çiçeklere su verebildiğim günler… sonra bir anda dışarı koşuyorum balkona, öyle hızla koşuyorum ki kendimi durduramayıp düşeceğimden korkuyorum, bunu düşünüyorum sonra “ÖLÜM” diyorum, nasıl olurdu acaba? “ah salak çocuk , sus! “ diye kendimi azarlıyorum ardından… karşıda incir ağacı, bir çok kez ayağımı kırmama vesile o lanetli dev… ahhh üzerini fareler basmış, ailecek çay içmeye gelmişler evimin bahçesinde ki lanetli deve… manzarayı sevmiş olmalılar herhalde, fareler sever harabeleri… kafamı çeviriyorum, midem bulanıyor mutluluk tablolarından… 
bir sigara yakıyorum
içime çekiyorum dumanı
ağlıyorum 
gülümsüyorum
kafayı sıyırıyorum
işte bende gidiyorum!

28 Eylül 2014 Pazar

Ceylan Önkol



Ceylan Önkol anısına...

"Ben Ceylan Önkol. 14 yaşındayım. Diyarbakır Lice’de oturuyoruz biz. Oraya da parasız kaldığımızdan dolayı göç edip gelmişiz işte. Babam kız çocuğudur demedi okula gönderdi beni. Ben de her gün okuldan gelir gelmez, elime bir parça ekmek alıp koyunları otlatmaya gidiyorum. Yaz olur değişmez, kış olur değişmez. Bir parça da olsa yardımım olsun derim. Bir gün anama “akşama makarna yap, gelip yiyeceğim.” Diyip koyunları aldım yola koyuldum.

Uzun yolların, büyük dağların ardında ben önde koyunlar arkamda yürüdüm yine. Bizim oralarda her yeri bilirim ben. Taşları, dağları, ovaları, çimenleri, ağaçları… Bilmediğim bir şeyler varmış demek. Öğrenmediğim, düşünemediğim şeyler… Bastığım yerin altını düşünmem ki ben. Düşünsem de aklıma böcekler gelir, toprağın altında akıp giden sular gelir, ölüler gelir ama mayın gelmez, bomba gelmez, tuzak gelmez. Onu hiç öğrenmedim çünkü, öğretmediler ki.
Bir anda bir şey patladı, ben de paramparça oldum… Ne olduğunu anlamadım ki. Aklıma hiç gelmedi ki. Ailem onu vurdular diyor, devlet elindeki sopayla patlayıcıyı kurcaladı diyor. Ne fark eder ki? Annem “ceylanke perçe perçe bu” diye ağıt yakarken ağabeyim parçalarımı ağaçlardan toplamış. Kimse gelmeyince karakoldan annemler parçalarımı alıp karakola gitmişler.
Bir şey desinler diye bekleyen anneme yasak bölgede ne işi var demişler.
Ha beni vurmuşlar ha yolumuza mayın koymuşlar ne fark eder ki? Hem toprağın altında sular, böcekler, bir de ölüler olur bence. "

Didem KAPLAN'ın Şiddet Üçlemesi 2 Şeker oyunundan...

Fotograf:  www.yuksekovahaber.com 

15 Temmuz 2014 Salı

Savaş ve Çocuk



Gazze'de hayatını kaybeden yüzlerce çocuk anısına...

(Geçtiğimiz yıl Kadir Has Üniversitesi Tiyatro bölümü öğrencileri olarak gerçekleştirdiğimiz Savaş ve Çocuk projesi için yazdığımız metinler)


1.Çocuk (Şakir Güler)
Güneş topları düşüyor üstümüze. Koşuyorum, bakkal amcanın kolunun üzerinden atlıyorum, sütçü İhsan’ın kafasını eziyorum ayağım kayıyor, düşüyorum. Üstüm başım kan oluyor. Koşuyorum… Babamın sesini duyuyorum sonra:
“Eve dön oğlum, eve dön” …
Daha hızlı koşuyorum, ama artık evim yok ki diyorum içimden. Yeşilden korkuyorum. Koşuyorum, yıkık bir evin arkasına saklanıyorum. Güneş topları düşmeye devam ediyor… Birilerinin gelmesini istiyorum, birilerinin gelmesinden korkuyorum… Güneş topları düşüyor, ben üşüyorum. Pamuk Prenses’in cücelerini bekliyorum. Onlar gelip kurtarırlar beni.Neden bizimde kollarımız çıkartılıp takılmıyor ki Ayşe’nin bebekleri gibi? Demir bir araba geliyor üstüme. Güneş topları sustular. Demir arabanın gürültüsü beni korkutuyor, saklanıyorum. Armut… armut… armut… armut… Saklanıyorum. Elma olamaz bu… Armut, armut, armut… 1-2-3-4-5-1-2-3-4-5 Armut! Ses uzaklaşıyor. Güneş topları da gitti. Saklandığım yerden çıkıyorum, koştuğum yeri geri koşuyorum, sütçü İhsan’ınkafasının yanından geçiyorum tekrar. Boynundaki su matarasını alıyorum, koşmaya devam ediyorum. Babamın sesini duyuyorum yine:
“Eve dön oğlum, eve dön”.
Bu kez bağırıyorum: Evimiz artık yok baba! Sende yoksun, annem de yok, Ayşe de yok! Koşuyorum,koşuyorum… Güneş topları tekrar başlıyor… Koşuyorum, toplara dokunmaya çalışıyorum.Geliyorum baba, geliyorum. Burada kimse kalmadı. Cücelerden de ses yok… Güneş toplarına binip geliyorum.


2.Çocuk (Nazlı Bulum)
Sabah annemin sesiyle kalktım. Kar yağıyordu. Örtünün içine girdim, biraz durdum… Annem yine sesleniyor. Bilerek uyuyormuş gibi yapıyorum, yanıma gelsin diye. Geliyor… Gel-di! Örtünün altına girdim. "Kalksana" diyor,gıdıklamaya başlıyor beni. “Ya anne yapma." Gülüyorum… Ama yine kalkmayınca kulağımdan çekerek kaldırdı.Kıçıma bir tekme;şöyle mutfağa doğru.Abimlere yapamıyor,kızıyorlar; yoklar da zaten burada. Onların yerine de basıyor tekmeyi… Oh! Acıyor ama haa!
"Taşte,hayde!"
“Kahvaltı diyeceksin (diceksin) anne.Kah-val-tı”.
Baktı dik dik…
Okul iyiydi. Öğretmen (örtmen) iki kez aferin dedi, bir kez de kafama vurdu, "A'ların şapkası yok” dedi. Bizde vardedim. Biz kimmişiz?Ne bileyim,biz işte. Derken, çat! Olsun... Dönüşte üşüdüm,ayağıma su girmiş hep.Akşamında ders çalıştım işte. Babam geldi, sinirli;bir keçi kaçmış. Sinirli olduğunda da göreceksin (görcen)haa...üf! Sonra abimleri aradı, telefon kesildi yarıda, ben yine konuşamadım. Olsun… Saat oldu 8. Işıkları kapattık.Yattık yere.5-4-3-2-1. Ta-ta-ta-ta-ta… Sessizlik oldu. Babam kalktı, cama koyduğumuz böyle demir bir şey (bişiy) var kurşunlar saplanıyor. Onları alacak dışarıdan. Atmıyor da onları,saklıyor. Deli mi ne? Ben de bakıyorum gerçi, dokunuyorum o demirlere, ama gizli tabi, kızıyor biraz babam,e haklı! Kapıya doğru gitti babam,ben de mutfağa gittim. Kapı açıldı. İçeri girdiler;5 kişi. Çıkın dışarı diye bağırdı bir tanesi, çıktılar annemle babam peşlerinden. Annem çıkarken bir işaret yaptı dur gibi. Durdum. Babamın çığlıklarını duydum. Kapıya koştum, izledim gizlice. Soyuyorlardı babamı tamamen. Vurdular birşeyle. Biri annemi tutuyor. Annem ağlıyor. "Neredeler?" diyorlar, babam susuyor. Sustukça vuruyorlar. Babam... Düştü karların üstüne. Kaldırdılar. Bağırıyordu hâlâ asker:
"Gelecek o piçlerin buraya,teslim olacaklar."
Annemi aldılar,babamın yanına götürdüler. Annem hırkasını çıkardı, üstüne örtecek (örtçek) babamın. Oh dedim,bitiyor. Birden... Ateş ettiler… Bir sürü. Dışarı koştum. Bağırıyordum da galiba. Durdu askerler. Bazısı baktı bana böyle, bazısı kafasını çevirdi hemen. Bir tanesi de ağlıyordu galiba.


3.Çocuk (H.Merve Kaya)
Gözümü açıyorum, karanlık; kapatıyorum, karanlık. Bir daha açıyorum, yine karanlık. Göğsümden içeri bir şeyler akıyor. İki hafta önce sınıf arkadaşımın bana terbiyesiz diye öğrettiği işaret parmağıyla orta parmağının arasına başparmağını soktuğu hareketi yapıyorum. Nasılsa kimse göremeyecek. Kıkırdıyorum. Bir daha kapatıyorum gözümü, karanlık. Bir anda sıcak kaplıyor bütün vücudumu. Biri beni kucağına alıyor, koşmaya başlıyoruz. Artık çok aydınlık her yer, gözlerim kamaşıyor. Her yerde duman var. İnsanlar bağırıyor. Söylenenleri anlamıyorum. Yemyeşil kıyafetli, kafasında şapka olan abiye bakıyorum. Eteğimin altından soğuk geliyor, titriyorum. “Kaç yaşındasın?” diyor bana, ellerimle 7 yapıyorum. O hâlâ koşuyor, ben sarsılıyorum. Sonra arkadaşımın bana öğrettiği hareketi gösteriyorum ona, kızacak sanıyorum, kafamı göğsüne yaslıyorum, sıcacık, kıkırdıyorum. Gülümsüyor, hissedebiliyorum. Sonra “Ah!” diyor, duruyor. Kafamı kaldırıyorum, gözlerini yukarı dikmiş tek bir yere bakıyor. Ağzından kırmızı bir şey akmaya başlıyor. Kan! Bir eliyle gözlerimi kapatıyor. Birlikte yere düşüyoruz. Sağ bacağım bedeninin altında kalıyor, canım çok acıyor. Abi diyorum, bakmıyor. İçimden bir şeyler akıyor yine, daha çok ağlıyorum. Karanlık güzeldi diyorum içimden. Çok ses var, kimse beni duymuyor. Duvarın köşesine doğru koşuyorum. O kadar çok ağlıyorum ki her yer bulanıklaşıyor. Gözlerimi siliyorum. Karşımda bir amca, elinde kocaman silahı var. Bana doğru tutuyor. Suratı simsiyah, ona bakamıyorum. O hareketi yapıyorum, kıkırdıyorum yine. Bir şey patlıyor; sıcak, çok sıcak hissediyorum. Canım yanıyor, ağlayamıyorum. Gözlerimi kapatıyorum; karanlık, seviniyorum. Açıyorum; yine karanlık. Bir daha hiç kapatmıyorum.

4.Çocuk (Barış Yalçınsoy)
Genelde ocakta kaynayan çayın kokusuyla uyanırdım. Annem benden yarım saat kadar önce uyanmış olduğu için yatağın onun olduğu tarafı soğuk olurdu. Bu zamanlarda orada küçük kadınımın yattığını hayal ederdim. Tüm günlerimin aşkı. Yanımızdaki evin uzun saçlı prensesi. Beni ısıtmak için buraya gelmiş. Annesinin haberi yok. Gizlice sızmış içeri. Parmağını dudağına götürerek bana sus işareti yapıyor. Ne kadın ama! Diğer bütün çocuklardan daha akıllı, bütün o suratı ve kıyafetleri pislik içindeki kız çocuklarından daha güzel. Büyüdüğümüzde, benim karım olduğunda bana bunun için teşekkür edecek. “Ben…” diyecek, “…küçük bir kadın olduğum zamanlardan beri seni delicesine seviyordum. Ben de, biliyorum diyeceğim ve başka bir şey söylememe gerek olmadan onu öpeceğim.
                Ah zavallı kız! Henüz bana aşık olduğunu bilmeden ders aralarında nasıl da caka satıyor herkese, nasıl da benim suratıma bakıp gözünü çeviriyor başka bir tarafa, nasıl da bana dil çıkartıp arkadaşlarına beni ne kadar salak ve çekilmez bulduğundan bahsediyor. Bekle beni güzelim, meraklanma. 5. sınıfı bitirir bitirmez bir iş bulup çalışmaya başlayacağım seninle kuracağımız güzel yuva için. Zaten birkaç sene sonrasında ünlü bir futbolcu olacağım ve sen de etrafındakilere benim karım olduğunu söyleyip hava atacağın için ve diğer tüm kadınların kıskanç bakışlarından büyük bir zevk alacağın için yapacağım bu geçici iş sadece aşkımızın bir anısı olarak kalacak.
                Uyandım ama henüz hava aydınlanmamıştı. Çay kokusu? Yok. Çığlık sesleri duyuyorum. Ünlü bir futbolcu olduğum zaman benim adımı da böyle seslenecekler. “Karşıdan gelene baksana. Bu o değil mi?” Annem beni kucaklayarak hızlıca kapıdan dışarı çıkarıyor. Ne aptal kadın! Küçük kadınım beni bu halde görürse ne duruma düşeceğimi düşünmüyor mu hiç? Kapının önüne çıktığımızda gökyüzünde bir sürü yıldızın kaydığını görüyorum. Bir yerlerde havai fişek atıldığını sanıyorum ama patlayan şeyler fişek değil, binalar. Ve havada dağılanlar fişeklerin değil binaların parçaları. Annem elimden tutup beni oradan uzaklaştırırken arkama dönüp sevgilimi arama şansını yakalıyorum. Görünürde yok. Buraların en güzel kızı olarak, müstakbel karım olarak benimle beraber gelmemesi büyük bir ayıp. Ama onu affedebilirim. Annesinin çıkık çenesini ve çığlıklar atarak etrafta koşuşturduğunu görüyorum. Gudubet kadın. (Bir keresinde sevgilimin odasını gözetlerken beni yakaladığında attığı bir tokat kulağıma isabet etmişti.)
                Birkaç gün boyunca sevgilimi hiçbir yerde göremedim. Başka kadınlar –bunlara annem de dahildi- onun annesine sarılırken, kadını sakinleştirmeye çalışırken söylediklerini duyduğumda koşmaya başladım. Yokuş aşağı koşuyordum. Birkaç gün önceye kadar burada bir kasap vardı. Eskiden bakkal olan taş yığının yanından koşarak geçtim. O kadar hızlı koşuyordum ki gözümden çıkan yaşlar yere düşmeye fırsat bulamadan havaya karışıyordu. İşte şimdi tam bir forvettim. Büyük futbolcu yine o ünlü, uzun koşularından birini yapıyordu. Tanrım! Ne futbolcu ama. Biraz daha hızlanabilse geçmişi bile yarıp geçebilecek.


5.Çocuk (Ceren Taşci)
Duvarda sobeleyerek ebe tura bir iki üç oynamaktadır.Her seferinde duvarın arkasından çıkar.Çocuk yerde yatan cesetlerin içinde dolaşır.Her biriyle konuşur.
Çocuk:Ebe tura bir iki üç. (Duvardan ayrılır,cesetlerin arasında dolaşır.)…Şşş,amma da büyükmüş burnun.O ne öyle, kocaman tüfek gibi.Burdan ateş etsen ta karşı tarafı vurursun.(Güler.)Hadi ama…Gülsene.Göbeğe bak.Şişko şişko…(Arkasını döner,hızlıca tekrar geri döner.)Güldün mü?Hareket ettin sanki.Off!Tamam bir daha sayıyorum.(Duvara gider.Çok yavaş.)Ebe tura bir iki üç.Kıpırdayanı yakarım.Hem de diri diri.(Güler.)Korktunuz mu?Korkmayın korkmayın, şaka yaptım.Şşş,titriyor musun sen?Sen de amma korkak çıktın he.Ben hiç korkmamıştım biliyor musun?Adamlar geldiğinde işte.Korkmadım ben hiç,hiç korkmadım.Saklandım böyle.(Kapanır yere.)Kıpırdamadım hiç.Nefes bile almadım.Gözlerimi de açtım ara ara, ama hiçbir şey görmedim.Sonra hatırlamıyorum ki zaten.Gözümü açtığımda hastanedeydim.Sonra duydum ama, bizim evimizi yakmışlar.Annemler evde yoktu,tektim ben.Sonra komşumuz kurtardı beni.Anneme sordum çok bir şey söylemedi.Babama kızmışlar da o yüzdenmiş.Ama ben hiç korkmadım.Hiç korkmadım ki.(Duvara gider koşarak.)Ebe tura bir iki üç…Çok sıkıldım ama hadi kıpırdayın artık.Kime diyorum?Bak size çikolata veririm kıpırdarsanız.Annem bana beyaz çikolata aldı biliyor musun?Ama ben akıllı olduğum için her gün bir parçasını yiyorum.Geriye üç parça kaldı.Onları da yarım yarım yersem, bir iki üç dört beş altı,tam altı gün daha çikolatam olur.Demek öyle? (Duvara gider.)Ebe tura bir iki üç… (Kaybolur. Duvarın arkasından çıkmaz.)


6.Çocuk (Erdem Kaynarca)
En kahraman benim babam, dedem ve onun dedesi de öyleymiş. Hepsi bizim için öldüler! Babam ölmedi, ama ölecekmiş o da.
"Canım feda bu toprağa!"  
Giderken öyle dedi. Ben de babam gibi olacağım. Babam bana mektup yollamış geçen gün,“Anan ağlamasın” demiş.  Annem çok ağlıyor. Kızıyorum ben de. Kızlar hep ağlarmış ama; babam demişti. Bizim okulda da kızlar ağlıyor hep, vuruyorum kafalarına ben de,ağlamayın karı gibi diye. Babam anneme öyle derdi. Ben de babam gibi olacağım büyüyünce. Bana silahını verecekmiş, ama küçüğüm diye olmazmış şimdi. Ben de onunla adam vuracağım.  Kapımızın önünden askerler geçiyor hep. Böyle koşa koşa. Bazıları koşamıyor, düşüyor hemen. Bir daha da kalkmıyor. Kanıyor her yerleri. Babamın da kanıyor mudur? Dedemin de mi kanamış? Onun dedesininde mi? Benim de mi kanayacak? Kanamasa keşke, öyle daha iyi olur. Benim oyuncaklarımın hiçbir yeri kanamıyordu. Ama babam ölmesin bence… Ölmek ne demek diye sormuştum anneme dedem öldüğünde. Annem "Bulutların üzerine taşınmak demek" demişti. Poff diye. Çok anlayamamıştım. Dedem bulutlardan bizi mi izliyordu yani? Biliyorum şimdi ölmek ne demek diye. Hiç güzel değilmiş. Dedem çok güzeldi bulutlara giderken. Bu abiler hiç güzel değil. Kanamış her yerleri. Oyuncaklarım gibi kopmuş kolları hep. Annem bana “Arkadaşlarının canını acıtma” derdi. Bu abiler neden böyle birbirlerinin canını acıtıyorlar?  Babamın da canını acıtmışlar. O da bulutlara gitti. Poff diye. Anne, biz niye gitmiyoruz deyince, annem "Şimdi olmaz" diyor.Küçükmüşüm,düşermişim bulutlardan. Neden anneleri bir şey demiyor bunlara? Babam bir şey yapmadı ki abileri kızdıracak. Belki şimdi yerdeki abilerin hepsi bulutların üzerinden bize bakıyordur.


21 Ocak 2013 Pazartesi

Büyük bir teşekkür borcum var, şimdi borcu üzerimden atma zamanı…



2012'nin Ekim ayında farkında bile olmadan bir şeyler oldu bir anda. İstanbul  Devlet Tiyatroları Küçük Sahne’ye Düğün Şarkısını izlemek için gittiğimde kapıdaki görevliye tiyatro öğrencisi olduğumu ve eğer boş yer olursa oyunu izleyebilme imkanımı sordum, görevli tarafından bilet alabileceğim takdirde oyunu izleyebileceğim söylendi. Param olmadığını ve oyunu izleme isteğimi yineledim, kibarca! geri çevrildim. Bir sonraki hafta aynı oyun için yine Küçük Sahne'nin kapısındaydım bir önceki hafta yaptığım konuşmayı yaptım ve aynı cevapları aldım sonra gişedeki görevliye “bir saniye” der gibi bir hareket yaptım ve yukarı koştum, kendimden emin bir şekilde sanki biletim varmışcasına üst kattaki sahneye girdim, boş bir yere oturdum ve oyunu izledim. Oyun bittiğinde kendi kendime düşünürken “Kaçak olarak DT'de oyuna girdiğim doğrudur. DT ve ŞT resmi olarak tiyatro öğrencilerini biletsiz alana kadar bu aksiyona devam edeceğime and içerim =)” diye bir twit attım. Bu bir girişim değildi, sadece bir karardı aslında önce İstanbul Halk Tiyatrosundan Yıldıray Şahinler’in desteğiyle ilk olarak İstanbul Halk Tiyatrosu küçücük bir twitle bile nelerin olabileceğini gösterdi ve içimdeki ateşi körükledi. Daha sonra Facebook üzerinden #şehirtiyatrolarıyokedilemez ve #istseyirciplatformu sayfalarında Devlet-Şehir Tiyatrolarının ve Özel tiyatroların, tiyatro öğrencilerinin ücretsiz oyun izleyebilmeleri için alternatif çözümler üretmeleri gerektiğini, tiyatronun geleceği için vizyonu geniş oyuncular yetiştirmenin tüm tiyatroların ve tiyatrocuların görevi olması gerektiğini yazdım. Olumlu ve olumsuz bir çok dönüş aldım ama sanırım en büyük destek gazeteci Nihan Bora’dan geldi. Nihan bu talebimi-zi desteklediğini köşesinde yazdı ve daha çok tiyatroya ulaşmamızı sağladı. Aradan dört ay geçti ve birçok tiyatro-topluluk tiyatro öğrencilerinin oyunları ücretsiz izleyebilmeleri için çözümler üretti.

İstanbul Halk Tiyatrosu 
http://www.istanbulhalktiyatrosu.com/
Tiyatro Kılçık
http://tiyatrokilcik.com/
DestAr-Tiyatro (Cerb özel gösterim) http://www.destartiyatro.com/turkce/
DOT (Öksüzler özel gösterim) 
http://www.go-dot.org/

Tüm bu özel tiyatrolara yanımızda oldukları için sonsuz teşekkürler…
Özel tiyatrolar diye özellikle vurgulamak istedim çünkü Devlet ve Şehir Tiyatrolarından hala ses yok, biz hala kapılardan çevrilmeye devam ediyoruz. Geçtiğimiz Pazar Haldun Taner’in kapısından geri çevrilme hikayemi anlatmama gerek yok sanırım, çünkü ilkinden çok da farklı değil.


Design by BlogSpotDesign | Ngetik Dot Com